A kadınım

Köhne bir yük katarı gibi ayak parmaklarımızı ezerek
önümüzsıra geçen yorgun asır, bizim asrımız değildi.

Korkarım, tozu dumana katarak pürtelaş gelen yenisi de,
o imanla beklediğimiz ahengin asrı olmayacak.

Raylar üstünde alelade bir tımarhane bu..

.. tıklım tıkış vagonlarında vahşi bir itiş kakış;
dumanında genzi yakan bir ihtiras kokusu..

Şüphesiz zamanla bu cinnet de ufukta yitip gidecek;
lakin bizim için başka katar yok ömrümüzün içinden geçecek.

Görünen o ki kadınım, seninle biz, 'hayat' denen bu
metruk peronda, üzerinde adres yazmayan mektuplar
gibi bekleşip, aşkımızı acılardan damıtarak yaşlanacağız..

Öyle bir çağdayız ki, insanoğlu geçen asır düşünü
gördüğü 'denizler altında 20 bin fersah' yolu katedip,
'arzın merkezine' yaklaştıkça, uzaklaştı insanlığından..

Kalabalıklaştıkça arttı kayıtsızlığın ıssızlığı..

Her bineni ise bulayan sefil bir trenle onun borsadan
başka tapınak, paradan başka tanrı tanımayan son
yolcuları, kainatın raylarındaki şiiri, ilhamı, aşkı ezip geçti.

'Ah o gönül şarkıları' sustu önce..

Sonra, sevdaların ömrü kısaldı; tadı kaçtı hasretin, şehvetin harı söndü.

Sanal posta kutusu, mektubu öldürdü; bak,
bir tek satır yok kalemimden sana kalacak.

Silinip gidiyor telefondaki aşk mesajları; 'seni seviyorum',
-ki amentüsüdür itiraf gecelerinin- parfüm sıkılmış plastik
bir gül dalının teybinde tutsak..

Korkuyorum gülüm; 'Seni seviyorum' desem sana, plastik kokacak..

A kadınım,

A hüznümün bahçesi..

Görmem mi sanırsın; sesi kısık gözlerinin nicedir..
dudakların buselere sağır..

Oysa ben, haykırmak için sesine, solumak için nefesine muhtacım.

Bilsen neler verirdim bakışlarından o kederi silebilmek,
sana itimadın hazzını yeniden verebilmek için..

Lakin öyle bir tufana yakalandık ki, birbirimize
kavuşmak için çekiştirdiğimiz kement boğuyor bizi..

Mübadele garında saadet ülkesine kesilmiş iki
'açık' biletle mecalsiz bekleşiyoruz.

Kudretim olsa, seni bu harabe istasyondan kapar,
koştukça yelelerinden takvim sayfaları uçuşan bir
kısrağın terkisine attığım gibi, o çok sevdiğin ihtişam
romanlarının mağrur asrına taşırdım.

Soyunurduk bütün o delik deşik kostümlerimizden,
boyası akmış maskelerimizden.. mecburi rollerimizden..

'Devamsızlık yüzünden' tarihten kovulmuş iki
muzip çocuk gibi, azad olurduk kendimizden..

Benim boynumda alıçtan kolyeler, senin tebessümünde
sümbülden gamzeler; çözüp dudaklarımızın mührünü,
iççekişlerimizi toprağa gömer, her akşam ilk sana
gülümseyen yıldızına ip dolayıp keyifle ayaklarımızı
sallandırırdık dünyaya..

Dilimizde, 'kavuşmanın tadını/ ayrılık feryadını' taşıyan bir şarkıyla..

Uşşak makamında...
 

Benzer Konular