Yeni Zelanda tarım ve hayvancılık ziyareti...


Yeni Zelanda tarım ve hayvancılıkta önemli bir model.Bu modeli incelemek üzere geçen hafta bu ülkedeydim.

Yeni Zelanda izlenimleriTarım ve hayvancılıkta incelenmesi gereken farklı bir model,Yeni Zelanda.

Tarım yazan bir gazeteci için laboratuar niteliğinde. Ürettiğinin yüzde 90’nından fazlasını ihraç ediyor. Gelişen teknoloji ve iletişim araçları sayesinde her türlü bilgiye ulaşmak mümkün. Ancak, yerinde görmek, modeli uygulayanlarla ve modelin parçası olanlarla konuşmak,orada yaşamak çok farklı bir deneyim. Geçen hafta bu deneyimi yaşadık.

Yeni Zelanda Ticaret ve Girişimcilik Ajansı’nın organizasyonu ve Yeni Zelanda Türkiye Ülke Müdürü Gökşin Duman’ın daveti ile 10-19 Haziran’da bu ülkede bir çok çiftlik,işletme, kuruluşu ziyaret ettik. Kıtanın en büyük tarım, hayvancılık fuarı Fieldays’de iki gün boyunca bakandan birlik yöneticilerine, çiftçilerden firma temsilcilerine kadar bir çok kişi ile görüştük.Türkiye için düzenlenen özel semineri izledik.Bütün bunları ayrıntılarıyla yazacağız. Bugün size genel hatlarıyla bazı izlenimlerimizi paylaşacağız.

Öncelikle Yeni Zelanda’ya gitmek için uzun uçak yolculuğunu göze almanız gerekiyor. İzmir’den İstanbul’a,İstanbul’dan Dubai’ye 5 saati bulan yolculuktan sonra, Dubai’den ülkenin en büyük kenti olan Aucland’a kesintisiz 16 saat uçtuk. Sadece uçakta geçen süre 20 saatten fazla. Aktarmalarda beklenen zaman dikkate alındığında her şey yolunda giderse en az iki gününüz yolda geçiyor. Dönüş yolunda yolculardan birinin hastalanması ve uçağımızın Kuala Lumpur’a zorunlu iniş yapması nedeniyle 30 saati aşkın zamanı yolda geçirdik.

Güney yarım kürede yer alan Yeni Zelanda’da Haziran ayı kışın başlangıcı. Bu nedenle Türkiye’deki aşırı sıcaklığın tersine orada hava soğuktu. Ülkeye ayak basmadan önce uçakta tüm yolcuların doldurması zorunlu olan bir form dağıtıldı.Adınız,soyadınız,pasaport numaranız,ülkede ne kadar kalacağınıza ilişkin klasik soruların yanı sıra formdaki en ilginç soru, ayağınızdaki ayakkabılarla son 1 ayda bir çiftlik ziyaretinde bulunup bulunmamanızla ilgili. Bir başka ilginç soru yanınızda herhangi bir bitki,tohum, gıda maddesi getirip getirmediğinizle ilgili.

Bu sorular neden soruluyor? Ülke hayvancılık ve tarım ülkesi. Hayvan hastalıklarını önlemek için ayağınızdaki ayakkabının temiz olmasına bakılıyor.Hastalık taşıma riskine karşı önlem alınıyor. Son bir ayda bir çiftliğe gittiğinizi beyan ederseniz sizi baştan aşağı dezenfekte ederek ülkeye alıyorlar. Böylece hastalığın ülkeye girmesini engelliyorlar. Bitki ve gıda maddesi kesinlikle ülkeye sokulmuyor.

Bir yolcu, uçakta kendisine ikram edilen muzu çantasına koyduğu için 1 saatten fazla bekletildiğini öğreniyoruz. Ayrıca sigara konusunda çok hassaslar. Tiryaki de olsanız yanınızda sadece 50 adet sigara sokabiliyorsunuz. Üstelik ülkede sigaranın paketi 20 Yeni Zelanda Doları. Türk lirası için yaklaşık 2 ile çarpmalısınız.

Türkiye’ye gelirken Aucland Havaalanında elimizde kalan son Yeni Zelanda dolarlarını harcayalım diye alışveriş yaptık. Hava limanındaki satış yerlerinde süt tozu, keçi sütünden ve inek sütünden yapılmış tablet ve daha bir çok ürün var. İki paket 750 gramlık süt tozu aldık. Türkiye’ye girişte sorun olur mu diye düşünürken hiç kimse sormadı. İki farklı yaklaşım.Türkiye’ye istediğiniz ürünü sokabiliyorsunuz.

Bu nedenledir ki Yeni Zelanda’da hayvan hastalığı diye bir sorun yok. Veterinerlerin en az iş yaptığı ülke olarak biliniyor. Türkiye’de ise, şaptan şarbona,çiçek hastalığından tüberküloza her türlü hastalık kol geziyor. Hayvan hastalıklarına her yıl milyarlarca lira harcanıyor. Ülkenin sınırlarından sadece kaçak hayvan,kaçak et girmiyor, hastalıklar da giriyor. Kaçak yolların yanı sıra resmi, olarak yapılan canlı hayvan ve et ürünleri ithalatıyla da ülkeye hastalıklar giriyor. Hayvan hareketleri ve insan hareketleri ile hastalıklar yayılıyor.

Yeni Zelanda hayvancılıkta çok önemli, bir model. Fakat bu modeli birebir Türkiye’de uygulamanın olanağı yok. İklim başta olmak üzere çok farklı bir yapı var. Yılın her döneminde yağış alan Yeni Zelanda’da hayvancılık tamamen ot ve çime yani meraya dayalı yapılıyor. Metrekareye yağış miktarı Türkiye’nin 4-5 katı.Fabrika yemi kullanılmıyor. Gezdiğimiz çiftliklerin tamamı ortalama 600 başlık aile işletmesi. Çoğu üniversite mezunu karı koca ve yanında bir veya iki kişi çalışarak 600 başlık işletmeyi yönetiyor. Hayvanlar günde iki kez sağılıyor.

Yapılan iki önemli iş var. Birisi hayvanların sağılması diğeri hayvanların besleneceği alanların yani arazideki ot veya onların deyimi ile çimin büyütülmesi. Son yıllarda iklim değişikliğine bağlı olarak çimin büyümesi,verimliliği konusunda sorunlar yaşanıyor. Bir çiftçi kendisine ait arazileri büyüklüğüne göre parçalara ayırarak çitle çeviriyor. Rotasyon sistemi ile bu parçalarda hayvanları 12 ay besliyor.

Yem maliyeti Türkiye’ye göre çok düşük. Bu nedenle hayvan fiyatı da, et ve süt fiyatı da düşük. Hayvancılıkta hiç bir devlet desteği yok. Türkiye’de ise, yağış nedeniyle ot verimi çok düşük.İthal edilen hayvanlar ahıra konularak büyük oranda ithalata dayalı fabrika yemiyle besleniyor. Maliyet çok yüksek. Gezdiğimiz çiftliklerdeki sağım teknolojisi Türkiye’de son yıllarda kurulan çiftliklerin gerisinde. Türkiye’de ise teknoloji üssü, saray gibi çiftlikler var. Çok gösterişli ve inşaata ciddi paralar harcanıyor.

Yeni Zelanda’da ise gösterişsiz ve ihtiyaca göre çiftlikler dizayn ediliyor. Aslında iki ülke arasındaki en büyük fark hayvancılığa ve tarıma bakış açısı. Yeni Zelanda’da devlet hedefleri belirliyor. İhtiyaç olduğunda devreye girerek sektörün önünü açıyor. Belirlenen hedefe ulaşmak için herkes kendi alanında en iyisini yapmak için çalışıyor. Kimse birbirinin ayağına basmıyor.

Hayvancılık yapanlar potansiyel suçlu olarak görülmüyor. Üretim yaptıkları için el üstünde tutuluyor. Örgüt kirliliği yok. Herkesin görevi ve yapacağı işler belli. Genetik ve ıslah çalışması yapan kurum ayrı, süt analizini yapan ayrı bir kurum, sütü toplama işini kooperatif yapıyor. Türkiye’de ise devlet her şeye karışıyor. Hayvancılık yapanları potansiyel suçlu, kendisini de onları terbiye eden üst kurum olarak görüyor.

Kimin ne yaptığı belli değil. Herkes her işi yapıyor. Öyle olunca da sorunlarla uğraşmaktan her gün aynı şeyleri konuşmaktan öteye gidilemiyor. Özetle, iki farklı bakış açısı ve iki farklı model.Birisinde üretimin yüzde 90’ı ihraç ediliyor. Diğerinde her şey ithal ediliyor. Yeni Zelanda izlenimlerini paylaşmayı sürdüreceğiz.


Ali Ekber Yıldırım
 
Yeni Zelandalı çiftçilerin çevre ve iklim kaygısıDünkü yazıda Yeni Zelanda izlenimlerimizin bir bölümünü paylaştık.

Bugün Yeni Zelandalı çiftçilerin önemli bir kaygısını paylaşacağız. Dünyanın her yerinde tarımsal faaliyetler büyük oranda doğa koşullarına ve iklime bağımlı olarak yapılıyor. Bazı ülkelerde bu bağımlılık daha düşük seviyelerde. Yeni Zelanda’da doğa ve iklime bağımlılık en süt seviyede.

Kendine has bir üretim tarzı var. Avrupa,Amerika ve Türkiye’de hayvancılık yapanlar kaba yeme bağımlı olmadan da üretimini sürdürebilir. Yani hayvanları ahıra kapatıp önüne fabrika yemini koyarak üretim sürdürülebiliniyor. Yeni Zelanda’da ise hayvancılık büyük oranda iklime ve doğa koşullarına bağlı yapılıyor.Yağmur yağmazsa,ot olmazsa bugünkü yapıda ülkede hayvancılık biter.Çünkü, hayvanlara fabrika yemi yedirilmiyor.

Hayvanlar 12 ay merada. Böyle bir yapıda otun onların deyimi ile çimin boyu, verimi için toprak ve su kaynaklarının korunması çok önemli. Ayrıca iklim değişikliğine bağlı olarak yağış rejiminin değişmesi Yeni Zelandalı çiftçilerin kabusu demek. Konuştuğumuz çiftçilerin neredeyse tamamı çevrenin dolayısıyla su ve toprak kaynaklarının korunması ve iklim değişikliğine ilişkin kaygılarını dile getirdi. Bazı çiftçiler önlem olarak teknolojiden de yararlanarak ineklerin yediği çim miktarını, içtikleri suyu ve bunun verime yansımasını yakından takip ediyor. Kurduğu otomasyon sistemi ile bu bilgileri cep telefonundan takip ediyor.

Hangi inek ne kadar ot yedi,ne kadar su kullandı ve bunun karşılığında ne kadar süt verdi? hepsini takip edebiliyor. Çiftçilere göre bu yeni uygulama çiftçiler tarafından kullanıldıkça verimliliğin sağlanması daha kolay olacak. Başka bir deyimle eskisi gibi her tarafta çim olmuyor. Çimin olması ve belli boya ulaşması için toprağın ve suyun temiz, yağışın yeterli olması gerekiyor. Yeterli çim olmadığında takviye edici ürünler, çim büyütme gübre ve ilaçları,katkılar kullanılıyor.

Kullanılan bu ilaç,gübre ve katkılar bilinçli seçilmediği ve bilinçli kullanılmadığı zaman büyük kirlilik yaratıyor. Bu da ülke hayvancılığını tehdit ediyor. Çiftçi kullandığı teknoloji ile sahip olduğu alanda ot verimini sürdürülebilir kılmaya ve en iyi biçimde süte nasıl dönüştüreceğinin hesabını yapıyor. Ama aynı zamanda da gelecekte de bu işin sürdürülebilir olması için toprağı ve su kaynaklarını koruması gerektiğinin farkında.

Bölgenin en büyük fuarı Fieldays’de de düzenlenen seminerlerde çevrenin korunması ve iklim değişikliği konusu hep gündemdeydi. Yeni Zelanda Tarım Sera Gazı Araştırma Merkezi Müdürü Harry Clark’ın verdiği bilgiye göre hayvanların bıraktığı gazın atmosfere etkisi normalinden yüzde 20 daha fazla. Yeni Zelanda ve İrlanda hayvan kaynaklı gaz salımında dünyada ilk sıralarda yer alıyor. Gelecek 30 yılda gıda ürünleri ihtiyacının karşılanması ve hayvancılık faaliyetlerinin bugünden yüzde 20 daha fazla olacağı dikkate alındığında gaz sorununa acil çözüm bulunması gerekiyor.

Hary Clark, bunun sadece Yeni Zelanda’nın sorunu değil, dünyanın sorunu olduğunu belirterek gazların atmosfere olumsuz etkisi ile iklim değişikliğinin tetiklendiğini ve gelecekte üretimin tehlikeye girebileceğini anlattı. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Yeni Zelanda’da da çevrenin korunması konusunda kadın çiftçiler daha duyarlı. Çevre konusundaki duyarlılığı ve çevreyle dost üretimi nedeniyle bir çok ödül alan Yeni Zelandalı kadın çiftçi Hanna Stalker, çevrenin korunması tarımsal üretimde sürdürülebilirliğin önkoşullarından birisi olduğunu söylüyor.

Çiftliğinde 680 ineği olduğunu belirten Hanna Stalker, hayvancılık yaparken bir yandan da çevreyi korumak gerektiğini belirterek şunları söyledi: ” Çevrenin kirlenmesinde insanlar, inekler, kullandığımız makine ve ekipmanlar çok etkili.Çünkü bunların kullandığı her şey doğaya bırakılıyor. Makine ve ekipmanlarda kullanılan dizelin suya karışması ciddi sorunlar yaratıyor. Bu nedenle alet ve makinaları en ekonomik biçimde kullanmamız ve atıkları minimum seviyede tutmamız gerekiyor. Her çiftçinin “üretim yaparken nasıl bir uygulama yaparsam çevreye daha az zarar veririm” diye düşünmesi gerekiyor.

Bu konuda yerel yönetimler, hükümet ve çiftçiler işbirliği yapmalı. Hayvanlarımıza yedirdiğimiz çimin büyütülmesinde kullandığımız formüller,ilaçlar doğru seçilmezse bu çevre için büyük felaket olur.Duyarlı olmazsak geleceğimizi kaybederiz.” Sadece çiftçiler değil, hükümet ve ülkedeki süt piyasasının yüzde 95’ini kontrol eden Fonterra Kooperatifi de çevrenin korunması, suyun ve toprağın temiz tutulması için ciddi kaynaklar ayırıyor.

Hükümetin bu yıl için 45 milyon dolar, Fonterra’nın ise 75 milyon dolarlık kaynağı bu işe ayırdığını öğreniyoruz. Özetle, Yeni Zelandalı çiftçilerin geleceğe ilişkin en büyük kaygısı; toprağın ve suyun kirlenmesi,iklim değişikliğinin üretime yapacağı olumsuz etki.Bu aslında dünyadaki bütün çiftçilerin sorunu.

Türkiye’deki çiftçilerin de sorunu. Fakat,Türkiye’de bunu konuşacak,tartışacak bir zemin yok.Yeni Zelanda ile Türkiye arasındaki önemli farklardan birisi bu.Türkiye’de çiftçi günlük sorunlarla uğraşmaktan, 20-30 yıl sonrası bir yana yarın ne olacağını bilemiyor.
 
Her ülkenin bilgi birikiminden istifade etmeliyiz. Fakat Avustralya, Yeni Zelanda bizim ülkemizle kıyaslanacak enlemde değil. Ayrıca iklim ve diğer coğrafi şartlar da çok farklı. ABD ile aynı enlemdeyiz. Bu açıdan benzerlikler daha fazla. Hayvancılıkla ilgili alacağımız daha çok örnek var orada. Ama o da çok büyük bir ülke. Avrupa ülkelerine bakacak olursak ben en çok İtalya ile benzerlik kuruyorum ülkemiz tarımı açısından. Tabiki Fransa, İspanya Almanya dan da alacağımız örnekler var. Hep Konya ile kıyaslama yapılan Hollanda bizim için çok uç örnek oluyor. Ben katılmıyorum bu kıyaslamaya.
Bir de domuz yemediğimiz göz ardı edilmemeli hiçbir zaman.
 
  • Beğen
Tepkiler: Hermiyas
Hayvancılıkta Yeni Zelanda Modeli-1
Üretiminin yüzde 90’nını ihraç ediyor

Dünya süt ticaretinin en önemli aktörlerinden birisi olan Yeni Zelanda, hayvancılıkta önemli bir model olarak kabul ediliyor.

İklim şartları ve sahip olduğu coğrafyanın sunduğu avantajları çok iyi değerlendiren Yeni Zelanda, ürettiği hayvansal ürünlerin yüzde 90’nını ihraç ediyor. En büyük ihracat pazarı ise Çin. Bu nedenle Çin’de yaşanan her gelişme bu ülke hayvancılığına doğrudan yansıyor.

Yeni Zelanda yolculuğumuzun serüveni bir mesajla başladı. Bu yılın başında Yeni Zelanda Ticaret ve Kalkınma Ajansı’nın Türkiye’deki Ülke Müdürü Gökşin Duman, gönderdiği mesajda Türk tarım sektörü ve Yeni Zelanda ile işbirliği olanakları konusunda görüşmek istediğini bildirdi. İstanbul’da bir araya geldik. Ülke tarımı hakkında konuşurken Yeni Zelanda’dan bir heyetin geleceğini ve benimle de görüştürmek istediğini, Haziran’da Yeni Zelanda’da yapılacak bölgedeki en büyük fuar olan Fieldays’e davet etmek istediklerini söyledi.

Heyet Nisan ayında Türkiye’ye geldi. Yeni Zelanda Tarımsal Ticaret Özel Temsilcisi Mike Petersen,Yeni Zelanda Ticaret ve Kalkınma Ajansı Tarım ve Hayvancılık Masası Müdürü Paul Vaughan, Milano Ticaret Ateşesi Ann Clifford ve Türkiye Ülke Müdürü Gökşin Duman bir çok çiftliği ziyaret etti.Gıda,tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hadi Tunç,Türkiye Süt,Et ve Gıda Üreticileri ve Sanayicileri Birliği(SETBİR) yöneticileri ve Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük’le görüştü.

Bu görüşmelerde Türkiye ile Yeni Zelanda arasında tarımda neler yapılabilir, hangi alanlarda işbirliği yapılabilir? sorusuna yanıt arandı. Türkiye tarımı ile yakından ilgilenen Yeni Zelanda’nın neler yaptığını yerinde görmek üzere 10-19 Haziran tarihleri arasında bir program düzenlendi. Bu programa Ata Holding Koordinatörü Tuncer Köklü, Denizli Acıpayam’daki Ata Sancak Hayvancılık İşletmesinin Genel Müdürü İlker İsmail Kocaer, dizi film ihracatının yanı sıra Niğde’de hayvancılık yapan Calinos Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fırat Gülgen,Gökşin Duman ve Yeni Zelanda Milano Ticaret Ateşesi Ann Clifford katıldı.

Hazırlanan programın amacı ülke hayvancılığını tanıtmak. Bunun için çok sayıda çiftlik ziyaret edildi. Üretici kuruluşları,ıslah çalışmaları, farklı alanda yatırım yapan işletmeler ziyaret edildi. Ülkenin ve Okyanusya’nın en büyük tarım fuarı olan Fieldays’de Türkiye için özel seminer yapıldı.Yapılan görüşmeler, konuşmalar, gördüklerimizin hepsi tarımda özellikle de hayvancılıkta bir Yeni Zelanda Modeli’ni ortaya koyuyor. Bu modelin parçalarını, ayrıntılarını okuyacaksınız.

Çiftçiye devlet desteği yok
Hani bir söz vardır; “Dünyada tarımını desteklemeyen ülke yok.” Bunun bir tek istisnası Yeni Zelanda. Devlet tarıma doğrudan hiç bir destek vermiyor. Konuştuğumuz çiftçiler, çiğ süt fiyatının düşmesi nedeniyle gerçekten çok zor günler yaşadıklarını anlattı. Ama hiç bir çiftçi “devlet bize destek olsun” demedi. Çünkü, devletin destek olmayacağı biliniyor. Böyle bir beklenti yok. Devlet, 1985’te aldığı kararla destekler tamamen kaldırmış ve bir daha desteklerin gelmeyeceği herkes tarafından biliniyor. Çiftçi biliyor ki devletten hiç bir destek alamayacak. Çalışmalarını buna göre yapıyor.

Nüfusunun 4 katına yetecek üretim
Yeni Zelanda’nın nüfusu yaklaşık 4.5 milyon. Bunun 1.5 milyonu ülkenin Kuzey Adası’ndaki en büyük kenti Aucland’te yaşıyor.

Aucland çok geniş bir alana yayılmasına rağmen özellikle cuma günleri kente giriş ve çıkışta İstanbul’u aratmayacak yoğun bir trafik var. Hafta sonu kırsaldan kente gelenlerin yarattığı trafik ile kentten kırsala dönenlerin yarattığı trafik ciddi bir sorun.Bu nedenle yakın zamanda hükümet Aucland’ten taşınmak isteyenlere yardım yapacağını duyurdu.

Ülke nüfusu 4.5 milyon, üretilen gıda ürünü ise 40 milyon kişiyi besleyecek düzeyde. Bu nedenle Yeni Zelanda modelinde ihracat çok büyük önem taşıyor. Çiftçiler iç piyasayı değil, ihracatı düşünerek üretim yapıyor. En büyük pazarı da Çin. Bu nedenle çiftçilerin hepsi Çin pazarını yakından izliyor. Çünkü, oradaki her gelişme kendilerini doğrudan etkiliyor.

Nüfusunun yaklaşık 10 katına yetecek gıda üretimi yapan Yeni Zelanda’nın 10 milyon baş sığır varlığı var. Bunun yarısı süt ineği. Yıllık 1 milyon baş inek kesiliyor. Et üretimi için buzağı kesimi ise yıllık ortalama 2 milyon baş. Hayvan ithalatı hiç yok. Canlı hayvan ithalatı ise yıllık ortalama 15-20 bin başla sınırlı. Canlı hayvan ithalatı yerine et ve süt ürünleri ihraç ediyor.

Et ve süt üretiminin yüzde 90’nı ihracata
Yeni Zelanda’nın yıllık sığır eti üretimi 2014’te 656 bin ton, 2015’te 690 bin ton olurken bu yıl 659 bin ton olması bekleniyor. Bu üretimin yaklaşık 90 bin tonu iç piyasada tüketiliyor. Kalanı ihraç ediliyor. Sığır eti ihracatındaki pazarları ise Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Tayvan, Kanada,Japonya,Güney Kore gibi gelişmiş ülkeler. İhraç edilen etin yaklaşık yarısı Amerika’ya gerçekleştiriliyor.

Çin alımları azalttı sütte kriz var
Geçen yıldan bu yana Çin’in süt tozu alımlarını azaltması nedeniyle Yeni Zelanda’daki çiğ süt üreten çiftlikler zor günler yaşıyor.Fiyatların düşük seyretmesi nedeniyle önlem olarak çiğ süt üretimi düşürülüyor. Nasıl düşürülüyor? Tamamen meraya dayalı beslenen hayvanlar otun f-daha az olduğu alanlarda otlatılarak verim azaltılıyor. Buna rağmen ülkedeki 13 bin civarındaki çiftliğin yüzde 2 ile 3’ünün bu kriz nedeniyle sektörden çekileceği tahmin ediliyor. Çiftçiler, önümüzde yıldan itibaren çiğ süt fiyatlarının yeniden yükselerek belli bir dengeye oturacağını söylüyor.

İhracatın yüzde 65’ini gerçekleştiriyor
Yaşanan krize rağmen dünya süt ürünleri ihracatının yüzde 65’ini Yeni Zelanda gerçekleştiriyor. 2014’te 19 milyon 136 bin ton süt eşdeğeri süt ürünleri ihraç eden yeni Zelanda, Çin’in alımlarını azaltması nedeniyle 2015’te 18 milyon 975 bin ton süt eşdeğeri ihracat yaptı. Bu yılın ilk 6 aylık verileri ihracatta bir miktar daha düşüş olacağını gösteriyor. Yeni Zelanda, ürettiği sütü büyük oranda süt tozu olarak ihraç ediyor. Çiftliklerden sütü toplayan ülkenin ve dünyanın en büyük süt kooperatifi Fontera fabrikalarında bu sütü süt tozuna dönüştürerek ihraç ediyor. Fontera piyasanın yüzde 95’ine hakim.

Dünya yağlı süt tozu piyasasına bakıldığında Yeni Zelanda 2015’te toplam süt tozu ihracatının yüzde 55’ini gerçekleştirdi.İhraç ettiği yıllık yağlı süt tozu miktarı yaklaşık 1.4 milyon ton. Ayrıca yıllık yaklaşık 500 bin ton tereyağı ihracatı ile dünya ihracatının yarısını gerçekleştiren Yeni Zelanda, 2015 verileriyle 327 bin ton peynir ihracatıyla dünyada yüzde 18 ihracat pazar payına sahip.

İki farklı model
Türkiye ile karşılaştırıldığında hem nüfus hem de alan olarak Türkiye’den çok küçük olan yeni Zelanda hayvancılıkta daha büyük varlığa sahip.Türkiye’nin nüfusu 80 milyon, Yüzölçümü yaklaşık 800 bin kilometre kare. Sığır varlığı 14 milyon baş.Koyun varlığı 30 milyon baş. Et üretimi 1 milyon ton, süt üretimi 18.6 milyon ton.Yeni Zelanda’nın nüfusu sadece 4.5 milyon. Yüzölçümü ise 270 bin kilometrekare. Sığır varlığı 10 milyon, koyun varlığı 28 milyon. Sığır eti üretimi 650 bin ton.

Son 6 yılda yaptığı kuzu ihracatı 1.4 milyar dolar civarında. Türkiye hayvancılıkta kendine yetemeyen ve özellikle et ve canlı hayvan ithal eden, Yeni Zelanda ise üretiminin yüzde 90’nını ihraç eden bir ülke.

Türkiye ne yapabilir?
Türkiye’nin, Yeni Zelanda modelini birebir uygulaması mümkün değil. Çünkü,Yeni Zelanda 12 ay yağış alan, mera alanları çok geniş. Ot verimi çok yüksek ve fabrika yemine ihtiyaç duyulmayacak bir hayvancılık yapıyor. Türkiye’de ise, yağış miktarı az, Ot verimi ve mera alanları çok düşük. Fabrika yemine dayalı hayvancılık yapılıyor. Ancak, teknoloji, hayvan ıslahı, örgütlenme modeli başta olmak üzere bir çok konuda işbirliği yapılabilir.

Temel göstergeler/ Yeni Zelanda;
Yönetim Biçimi: Parlamenter Monarşi

Başkenti: Wellington
Nüfusu: 4.5 milyon

Yüzölçümü: 270 bin 5344 kilometrekare
Kişi başına Milli Gelir: 36 bin 248 Amerikan Doları

Büyüme Oranı(2015): 2.5
Sığır varlığı: 10 milyon baş
Koyun Varlığı: 29 milyon baş

Et üretimi:690 bin ton
Süt Üretimi: 13 milyon ton

Tereyağı Üretimi: 570 bin ton
Peynir üretimi: 350 bin ton

Süt tozu üretimi:1.4 milyon ton
Süt çiftliği sayısı: 13.500
 
Türkiye Nüfus kabaca 80 milyon. Sığır varlığı 14 milyon o da doğruysa. Yeni Zelanda Nüfus 4,5 milyon. Sığır varlığı 10 milyon.
Angusculuk konusunda ABD ile basit bir kıyaslama yapıp, 8 milyon baş etçi damızlığımız olması lazım demiştim. Bu rakam uçuk gelenler olmuştur belki. Yeni Zelanda ile kıyaslama yapmam. O çok doğru analoji olmaz.
 
Fonterra piyasanın tek hakimi

Tarımda Yeni Zelanda Modeli-2

Başarıyı taşıyan 4 faktör; ıslah, aile işletmeciliği, kaliteye göre fiyat ve kooperatifçilik

Yeni Zelanda’nın süt hayvancılığında sağladığı başarının temelinde başta iklim olmak üzere bir çok etken sayılabilir. Başarıyı sürekli kılan ise 4 önemli faktör var. Bunlar;aile işletmeciliği,hayvan ıslahı,çiğ süte kaliteye göre fiyat verilmesi ve sütü toplayan,işleyen, pazarlayan güçlü kooperatifçiliğin olması.
Auckland,Hamilton veya başka bir kentin dışına çıkınca yolun sağında ve solunda her tarafta hayvan sürüleri var.Yemyeşil meralarda otluyorlar. Günde iki kez sağım yapılıyor. Onun dışında hayvanlar 24 saat merada. Üstelik yaz kış fark etmiyor. Türkiye’deki gibi hayvan barınakları,ağıllar yok. Hayvanlar sürekli merada,dışarıda.

Irk olarak Yeni Zelanda’nın geliştirdiği ve Holstein ile Jersey melezi olan Kiwicross ağırlıkta. Türkiye’deki Holstein ineklere göre daha küçük. Fakat daha uzun ömürlü ve 5 defa doğum yapabilen bir ırk. Rakım yükseldikçe süt inekleri sürüsü yerine daha çok besi hayvanı ve koyun sürüleri artıyor.

Fonterra piyasanın tek hakimi
Ziyaret ettiğimiz çiftliklerin tamamı aile işletmesi. Genellikle karı koca ve yanlarında bir veya en fazla iki çalışanla 500-600 başlık işletmeleri rahatlıkla yönetiyorlar.Her konuşmada mutlaka Fonterra’nın adı geçiyor. Sütçülükte sadece Yeni Zelanda’nın değil dünyanın da en büyük kooperatifi olan Fonterra hakkında çok olumlu konuşanlar da var, olumsuz konuşanlarda. Fakat bir gerçek var ki, Yeni Zelanda süt piyasasının yüzde 95’ini Fonterra Koopertifi kontrol ediyor. Üretimin yapılabilmesi için üreticiye kredi başta olmak üzere bazı destekler veriyor. Üretilen çiğ sütü günlük olarak topluyor. Analizini yapıp kaliteye göre fiyat veriyor. Ülkenin çiğ süt fiyatını belirliyor. Aldığı sütü ağırlıklı olarak süt tozu olmak üzere süt mamullerine dönüştürüyor ve ihraç ediyor.

Güney Yarım Küre’nin en büyük tarım fuarı olan Fieldays’de Fonterra’nın standı gücünü ve piyasadaki ağırlığını yansıtacak nitelikte. Rehber ve çevirmen arkadaşımız Murat Yanbakan ile Fonterra’nın Waikato Bölgesi’nden sorumlu Kooperatif İşleri Başkanı Paul Grave ile görüştük.

140 ülkeye ihracat yapıyor
Fonterra’nın 10 bin 500 çiftçi ortağı olduğunu belirten Paul Grave, ürünlerinin yüzde 5’ini iç pazara ,yüzde 95’ini ise ihraç ettiklerini belirterek şu bilgileri verdi: “Fonterra olarak üretici ortaklarımızdan aldığımız çiğ sütü işleyerek süt ürünleri üretiyoruz. Üretimimizin yüzde 70’ini süt tozu oluşturuyor. Ayrıca,peynir çeşitlerimiz, yoğurt ve diğer ürünler var.İç piyasaya yönelik ürünlerimiz var. Fakat ağırlıklı olarak yüzde 95 oranında ihracat yapıyoruz. Çin başta olmak üzere, Güneydoğu Asya,Okyanusya, Latin Amerika, Amerika Birleşik Devletleri, Kuzey Afrika’da toplamda 140 ülkeye ihracatımız var. Kooperatif birliğimiz yaklaşık 100 şirket ve alt birimle hizmet veriyor.”

Rusya’nın Avrupa ve diğer bazı gelişmiş ülkelere yönelik ambargosu, Çin’in süt tozu talebini kısması gibi nedenlerle zor bir dönemden geçtiklerini ve fiyatların düşük seyrettiğini anlatan Paul Grave: “Fakat biz yakın gelecekte fiyatların tekrar dengeye oturacağına inanıyoruz. Özellikle Çin piyasasının bu yıl sonunda toparlanmasını bekliyoruz. Fiyat düşüşü nedeniyle üretici ortaklarımız sıkıntılı bir dönemi yaşıyor. Bunu atlatmak için ortaklarımıza faizsiz kredi veriyoruz.Maliyetlerini düşürmek için ucuz enerji sağlıyoruz.” dedi.

Süttozundan süt ürünlerine yönelecek
Başlangıçta bilgi vermekte çekingen davranan ve “bu bilgileri nerede kullanacaksınız” diyerek endişeyle yaklaşan Paul Grave,sorduğumuz sorularla sektörü yakından izlediğimizi görünce deyim yerindeyse açıldı. Peynir,yoğurt ve diğer ürünlerini getirip bize tattırdı. Fonterra’nın geleceğe ilişkin hedeflerini anlattı. Bugüne kadar ağırlıklı olarak süt tozu ihraç ettiklerini ancak bu stratejiyi değiştirerek süt ürünleri ihracatına yöneleceklerini söyledi. Kendi deyimi ile arabanın lastiğini başka yöne çevirecekler. Bunun için çok büyük yatırımlar gerektiğini belirterek:” Süt ürünleri sektörü her yıl yüzde 5 büyüyor.Bizde bu büyümeden payımızı almak istiyoruz.” bilgisini verdi.

Yıllık ortalama 360 milyon dolarlık süt tozu ihracatı yapan Fonterra’nın hisseleri borsada işlem görüyor. Çiftçiler yönetim kurulunu genel kurulda seçiyor. Hisse senetleri sahiplerinin ayrı bir yönetimi var. Kooperatif yönetimi ve CEO’su 3 yıllık dönemde görev yapıyor.Görev süresi dolan ayrılıyor. Türkiye’deki gibi 15-20 yıl başkanlık yok.

Çiğ süte kaliteye göre fiyat
Yeni Zelanda’da üretilen çiğ sütün tamamı analize tabi tutuluyor ve üreticiye analiz sonucuna göre kalite kriterleri dikkate alınarak ödeme yapılıyor. Kaliteye göre çiğ süt fiyatının belirlenmesi modelin başarısındaki önemli faktörlerden birisi.

Hamilton’daki Fonterra’ya ait üt tozu fabrikasının içinde bağımsız bir birim olarak faaliyet gösteren Milk Test NZ kuruluşunun Başkanı Margaret Malloch ile süt analizleri üzerine konuşuyoruz. Sütle ilgili her türlü testi yaptıklarını belirterek şu bilgileri verdi: “Yeni Zelanda’da çiğ sütün analizi zorunlu.Çiftçinin sattığı sütün tamamı mutlaka test edilerek alınıyor. Bu testin de en hızlı biçimde yapılması gerekiyor. Çünkü çiftçi bu test sonucuna göre süt parasını alabiliyor. Koyun,keçi,manda,geyik sütü analizi yapıyoruz. Bakteri sayısı, antibiyotik olup olmadığını,dışkı kaynaklı kontaminasyon, nemli bölgelerde yem kaynaklı aflatoksin olup olmadığı gibi bir çok analiz yapıyoruz. Ayrıca pastörizasyon işleminden sonra canlı kalan bakterileri sütün kalitesi açısından test ediyoruz.”

Süt analizi olumsuz çıkana ceza
Yıllık 19 milyon test yaptıklarını ve bunun yüzde 96’sının olumlu sonuçlandığını vurgulayan Margaret Malloch, kaliteli süt üretimi için son 6-7 yılda çiftçilere kendi çiftliklerinde eğitim verildiğini anlattı. Her gün yapılan testlerin yanı sıra, çiftliklerde kullanılan temizlik malzemelerinden veya sudan süte geçen bir kalıntı olup olmadığını takip ettiklerini belirterek şu bilgileri verdi: ” Test merkezimiz bağımsız, özerk bir yapıda çalışıyor. Sahibi çiftçilerin ortak olduğu iki büyük süt kooperatifi Fonterra ve Tatua. Merkezin çalışmaları Önemli Sektörler Bakanlığı tarafından denetleniyor. Her ay sonuçlar bakanlığa bildiriliyor.

Yapılan testte sorun çıkarsa Fonterra üreticiyi cezalandırıyor. Antibiyotik çıktığında tankerdeki sütün tamamı dökülüyor. Bir tankerde 5 çiftliğin sütü varsa hepsi dökülüyor. Çiftçi yıl boyunca test ücreti ödemek zorunda kalıyor.Normalde Fonterra ödüyor. Yaptırımlar o kadar etkili ki, hiç bir çiftçi test sonucunun pozitif çıkmasını istemez.”

Kuzey Adası’ndaki Milk Test NZ ülkedeki tek analiz laboratuarı. Bu nedenle Güney Adası’ndaki süt analiz için uçakla getirilip test ediliyor ve günlük olarak sonuçlar çiftçiye bildiriliyor. Çünkü sonuç olmadan süt parası ödenmiyor. Bir çiftçi yıllık tüm testleri 400 dolara yaptırabiliyor.
Islahla kendi ırkını yarattı

Yeni Zelanda’da süt hayvancılığındaki başarının arkasındaki bir diğer faktör ise ıslah çalışmaları. Islah çalışmalarını yapan yine bir kooperatif. 1909 yılında kurulan ve ülkenin en eski çiftçi kooperatifi olan Livestock Improvemet Coopretaive(LIC) 100 yılı aşkın bir süreden beri ısşlah ve genetik çalışmalarını sürdürüyor. Yeni Zelanda koşullarına uygun geliştirilen Kiwicross süt ineği çiftçiler tarafından en çok tercih edilen ırk olarak öne çıkıyor.

Çiftçilerin ihtiyaç duyduğu sperma üretimini karşılamanın yanı sıra Çin,Amerika Birleşik Devletleri,Latin Amerika,İngiltere ve bazı Avrupa Birliği ülkelerine sperma ihraç ediyor. Bu konuda İngiltere ve İrlanda’da şirketleri var.

LIC Teknik Müdürü David Sellars, stratejilerinin hayvan genetiği ile en yüksek verimi sağlamak olduğunu belirterek şu bilgileri verdi: “Yaptığımız iş bilgi birikimimizi çiftçilerle paylaşarak en iyi performansa sahip hayvanları seçerek çiftçilere sunmak. Uluslararası birimimiz 40 ülkeye 1 milyon doz sperma satıyor. Burası bir çiftçi kuruluşu. Yaklaşık 12 bin ortağı var. Uzun yıllar süren çalışmalarımız sonucunda 2000 yılında kendi hayvan ırkımız olan Kiwicross’u yarattık.Bugün ülkedeki inek varlığının yüzde 42’si Kiwicross. Yüzde 39’u Holstein Friesion,yüzde 11 Jersey yüzde 8i’i diğer ırklardan oluşuyor. Çiftçilerin yüzde 75’i Kiwicross istiyor. Kiwicross daha uzun yaşıyor, daha az yem yiyor daha çok doğuruyor. Dolayısıyla daha çok para kazandırıyor.1990’dan 2014’e kadar kuru süt üretimini hayvan başına 256 kilogramdan 504 kilograma çıkardık.Denemek amacıyla yem ithal edip bu hayvanlara yemle beslediğimizde verimliliğin daha da arttığını gördük.

Az yemle çok süt veren inek
Geliştirdikleri Kiwicross’un az yem yiyen çok süt veren inek olduğunu anlatan Sellaras: “Çok basit anlatımla çimi paraya çeviriyoruz. Çok sağlıklı bir hayvan ve 5 defa doğurabiliyor. (Türkiye’de bu oran ortalama 2.5) Boyu kısa ,küçük deniliyor. Büyük hayvan demek çok yem demek. Bazıları Yeni Zelanda inekleri az süt veriyor diyorlar bu doğru değil. Sütteki yağ oranı en yüksek ülkeyiz. Bununla gurur duyuyoruz. 100 yıllık çalışmamızın sonuçlarını alıyoruz. Laktasyon dönemi 305 gün baz alındığında protein olarak ta iyi durumdayız.” dedi.

Türkiye’nin belki de en başarısız olduğu konulardan birisi ıslah çalışmaları. Bu konuda Yeni Zelanda ile işbirliği yapılabilir.
 
  • Beğen
Tepkiler: ismail_17
Tarımda Yeni Zelanda Modeli-3

Koyun varlığı azalırken, et üretimi artıyor

Yeni Zelanda, hayvancılıkta bütüncül bir politika uyguluyor. Hayvancılıkta sadece sığır yetiştiriciliği önemsenmiyor. Koyun yetiştiriciliğine de en az süt inekçiliği kadar önem veriliyor. İnek sütü ve süt ürünlerinde olduğu gibi kuzu etinin de yüzde 90’ı ihraç ediliyor. Bu nedenle inek te kuzu da çok önemli.

Türkiye’yi ziyareti sırasında röportaj yaptığımız Yeni Zelanda Tarım Ticaret Özel Temsilcisi Mike Petersen ile Fieldays'(Okyanusya’nın en büyük tarım ve hayvancılık fuarı)de sohbet ederken izlenimlerimizi sordu. Çok iyi geçtiğini, ancak genellikle süt üreten inek çiftliklerini gezdiğimizi koyunculuk konusunda henüz kimseyle görüşemediğimizi söyledim. “Hemen size koyunculukla ilgili bilgi verecek bir çiftçi bulacağım” dedi. Bir kaç dakika sonra geldi ve bizi Yeni Zelanda Sığır ve Kuzu Eti Üreticileri Birliği Başkanı aynı zamanda hem sığır hem de kuzu yetiştiriciliği yapan James Parsons’la tanıştırdı. “Kuzuyu, koyunu en iyi anlatacak kişi” diye tanıştırdı.

Daha önce sığır eti üreticileri ile kuzu eti üreticileri ayrı ayrı örgütlenmişken 2010 yılında tek çatı altında birleştirilmiş. Bizdeki Kırmızı Et Üreticileri Birliği benzeri bir kurum. Yeni Zelanda Hükümeti ile çalışan Murat Yanbakan’ın çeviri desteği ile sohbet ettiğimiz James Parsons’un anlattığına göre, ülkede 1800’lü yıllara kadar koyunculuk yün üretimi için yapılıyor. Koyun yünü İngiltere’ye gönderiliyor. 1800’lü yılların sonunda Yeni Zelanda’dan İngiltere’ye dünyada ilk kez dondurulmuş et gönderilince koyun eti önem kazanıyor. 1985 yılına kadar ülkede üretilen kuzu eti İngiltere’ye ihraç ediliyor.

Devlet desteği kalkınca hayvan varlığı azaldı
Tarımın diğer alanlarında olduğu gibi koyun yetiştiriciliğinde de yüksek oranlı devlet desteğinin 1985 yılında kaldırıldığını hatırlatan James Parsons o dönemdeki değişimi şöyle anlattı: “Devlet desteğinin olduğu dönem 70 milyon baş koyun varlığımız vardı. Bu kadar hayvanı desteklemek devlet için çok büyük yüktü.Destekler kaldırıldı.Hayvan varlığı hızla düşmeye başladı. Bugün koyun varlığımız 30 bin başın altında. Yaklaşık 29 milyon baş. Fakat et üretimimiz düşmedi. Daha önce 70 milyon baş koyun-kuzu ile elde ettiğimiz eti şimdi 29 milyon baştan elde ediyoruz. Bu verimlilik açısından müthiş bir gelişme.”

Ortalama karkas ağırlığı 18 kilo
Süt hayvancılığında olduğu gibi küçükbaş hayvancılık, koyun yetiştiriciliğinde de hayvanlara fabrika yemi verilmiyor. Tamamen meraya dayalı kuzu yetiştiriciliği yapılıyor. İngiliz kökenli Romney koyun ırkı en yaygın olanı. Parsons’un deyimi ile “İngiltere’den gelmesine rağmen Yeni Zelanda’da daha çok yaygın olan bir ırk.Yeni Zelanda’da kuzu karkas ağırlığının ortalama 18 kilo olduğunu hatırlatan Parsons:” Ülke olarak 356 bin ton kuzu karkas üretimimiz var. Ayrıca koyun eti de var.Ürettiğimiz etin yüzde 90’nını ihraç ediyoruz. Bu yıl yaklaşık 19.5 milyon kuzu, 3 milyon baş koyun kesimi yapacağız. Bizde 12 aylığa kadar kuzu kabul edilir.”dedi.

Yün üretimi önemini koruyor
Koyun ve kuzu yetiştiriciliği et için yapılsa da yün üretimi de önemini koruyor. Yıllık 160 bin ton civarındaki yün üretiminin de çok büyük bölümü ihraç ediliyor. Süt inekçiliğinde olduğu gibi koyun yetiştiriciliğinde de aile çiftçiliğinin çok yaygın olduğunu vurgulayan James Parsons: “Yeni Zelanda’da 12 bin 800 çiftçi ailesi var. Bunların bir çoğu besilik sığır ve koyun yetiştiriciliğini birlikte yapıyor. Bir çiftçi ortalama 300 sığır ve 2 bin baş koyun sahibidir. Bu çiftçiler koyun veya besilik hayvanı besler, büyütür ve kestirerek et olarak satar.

Süt üretimi yapan çok azdır. Biz kendimizi “çim çiftçileri” olarak adlandırıyoruz. Çimi nasıl paraya dönüştürürüz onu hesaplıyoruz. Yılın 9 ayı hayvanları rotasyon sistemi otlatıyoruz. Doğum yaptıktan sonra çiftlikte tutuyoruz.Arazisi daha büyük olan çiftçiler hayvanları çok gezdirmiyor. Arazisi küçük ve farklı yerlerde olanlar hayvanları gezdiriyor.” bilgisini verdi.

İşçilik pahallı
Yeni Zelanda’da genel olarak yaşam pahallı. Fiyatlar yüksek. Fakat, işçilik en pahallısı. Bu nedenle hizmet sektöründen hayvancılığa kiminle konuşsanız işçilik maliyetlerinin yüksek olmasından yakınıyor. Çiftçilerin yem maliyeti yok.Giderleri daha az. En büyük gider kalemini çalışanların maaşı oluşturuyor. Bu nedenle işçi almak yerine aile içerisinde sorunu çözmeyi tercih ediyorlar. Kuzet Adası’nda Auckland’e 2 saat uzaklıktaki çiftliğinde 1700 koyunu ve 400 baş sığırı olduğunu anlatan James Parsons:”Ben iyi bir örnek değilim. Bu kadar hayvan için 1.5 kişiye ihtiyacım oluyor. Arkadaşım 3 bin koyun ve 400 sığıra 1 kişi ile yönetebiliyor. Bu tür büyük çiftliklerin alanı geniş olduğu için hayvanların yerini değiştirmiyorlar.”

Eti kooperatifler pazarlıyor
Sütte Fonterra gibi dev bir kooperatif piyasanın yüzde 95’ini elinde tutarken, kırmızı ette de pazarlamayı üretici kooperatifleri yapıyor. Et konusunda iki kooperatif öne çıkıyor AFFCO ve NLCO. Her birinin pazar payı yüzde 25. Et piyasasının yarısını bu iki kooperatif kontrol ediyor. Ayrıca et ticareti yapan iki büyük şirket pazarın yüzde 25’ine sahip. Üretici hayvanını canlı ağırlık veya karkas fiyat ile satıyor. Kooperatif aldığı hayvanları kesiyor. İşleyerek ihraç ediyor. Üretici hayvanını sattıktan sonra 14 gün içinde parasını alıyor. Şu anda kuzu karkasın kilosu 5 ile 5.40 yeni Zelanda dolarına satılıyor. Kuzu fiyatı ise 100 dolar civarında.

Uçakla günlük süt servisi yapan çiftlik

Ülke genelinde yaklaşık 12 bini aşkın süt üreten çitlikten sadece 70’i organik süt üretiyor. Yeni Zelanda ve Avustralya’nın en büyük organik süt üreticisi olan Green Valley bu çiftliklerden birisi.Hamilton yakınlarındaki Papakura’da üretim yapan Green Valley’in sahibi müteahhit. Fonterra’ya kızdığı için süt vermiyor. Kendi sütünü kendisi pazarlıyor. Hem de çok iyi fiyata.

Green Valley,süt inekçiliği, süt üretim fabrikası,satış ve dağıtım olmak üzere entegre bir yapıya sahip.İşletmenin Genel Müdürü Corrie den Haring uzaktaki iki farklı sürüyü göstererek 2 bin hektar(20 bin dönüm) alanda üretim yaptıklarını ve 3 bin baş ineğe sahip olduklarını söyledi. Üretimin yarısı organik yarısı konvansiyonel.Ayrıca süt aldığı sözleşmeli üreticileri var. Çiftliğin içerisinde günlük 150 ton süt işleyen süt fabrikası var. Fabrikada pastörize taze süt üretiliyor.Uzun ömürlü süt üretilmiyor. Daha doğrusu ülkede uzun ömürlü süt pek üretilmiyor.

Litresi 11 dolara organik süt
Herkes süt fiyatlarının düşmesinden yakınırken ülkedeki az sayıdaki organik süt üreten çiftliklerinden biri olan Green Valley Çin’e litresi 11 dolardan organik süt satıyor. Green Valley Genel Müdürü Corrie den Haring’in anlattığına göre, Yeni Zelanda’da 1982 yılından bu yana organik üretim yapılıyor. Fabrikada günde 100-150 ton süt işlediklerini büyük bölümünü iç pazara verdiklerini anlatan Haring şöyle devam etti:” Ayrıca Asya’ya taze süt satıyoruz. Pasifik adalarına satıyoruz. Ürünlerimizi genellikle 2 litrelik ambalajlarda pazara sunuyoruz. Şu anda iç piyasada marketlerde 2 litrelik taze süt 3 – 3.5 dolardan satılıyor. Organik süt ise 2 litrelik ambalajda 5 Yeni Zelanda doları.Biz sadece Kuzey Adası’na satıyoruz. Başka markalar ülke geneline satıyor. Fabrikamızda başka markalara üretim yapıyoruz.Normal olarak süt alımı 50-70 kilometre çapındaki çiftliklerden alınıyor. Fakat biz 250 kilometre uzaklıktan da alıyoruz. Çünkü organik süt üreten çiftlikler az.Yeni Zelanda’da kişi başına süt tüketimi 250 litre.Bunun yarısı taze süt diğer yarısı, dondurma, tereyağı ve diğer ürünler. En çok kahvaltıda tüketiliyor.”

UHT sütü göçmenler tüketiyor
Uzun ömürlü süt (UHT)üretiminin bazı ülkeler için zorunluluk haline geldiğini anlatan Corrie den Haring:” Çünkü üretim her yerde yok. Sütün tüketiciye ulaşması için taşınması,seyahat etmesi gerekiyor. Yani bir zorunluluk. Yeni Zelanda’da göçmenler ve kampa gidenler UHT süt tüketiyor. UHT süt satarsanız dünya ile rekabet edersiniz.Bu çok kolay. Fakat Çin’e taze süt satarsanız bu çok zor. Biz zoru kolaya tercih ediyoruz.Hong-Kong’a,Çin’e günlük taze süt gidiyor. Yeni Zelanda’da en büyük taze ürün bu. Sütü her gün havayolu ile gönderiyoruz. Bugün sabah 4’te 1 uçak taze süt gönderdik. Yarın Singapur’da olacak. Çin’de 2 litresi 22 Yeni Zelanda dolarına satılıyor.Nakliyesi pahallı. Fakat orada bir tüketici grubu var bunu alan. Yerel sütlere güvenmiyor.Ayrıca Cruise gemileri geliyor. Hepsi 10 bin,20 bin ton süt alıyor. Cruise yeni bir pazar. Güney Pasifik’te acayip lükse tekne dolu. Çok insan yok. Teknelerde 15-20 kişi çalışıyor.10 misafir var. Ama çok iyi şeyler yiyip içiyorlar. Sadece taze ürün istiyorlar. Bu tür lüks yatlara satılmak üzere taze süt gönderiyoruz. “bilgisini verdi.
 
  • Beğen
Tepkiler: ismail_17

Benzer Konular