Çökertme Operasyonu 24 Ocak İle Başladı

25.12.2008
2,632
300
Konya
ABD, Türkiye’yi tarım sektöründe bir ‘üretici’ değil kendine bağımlı ‘tüketici’ olarak görmek istiyor.

IMF’nin dayattığı ekonomik kararlar, övünç kaynağımız olan Türk tarımını nakavt, çiftçiyi de ellere muhtaç etti
ABD, “az gelişmiş” ülkelerde başlattığı tarım kapasitesini çökertme operasyonunu Türkiye’de de uygulamaya koydu. Çünkü Amerika, Türkiye’nin üreten değil, tüketen bir ülke olmasını istiyordu. Bu süreç, 24 Ocak 1980 kararları ile başladı. Süleyman Demirel’in Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirdiği Turgut Özal tarafından 24 Ocak 1980’de kamuoyuna açıklanan program uyarınca Türkiye, tarım ürünleri destekleme alımlarını sınırlandırmış, gübre, enerji ve ulaştırma dışındaki sübvansiyonları da kaldırmıştı. Tarıma büyük darbe vuran bu süreç, 1995 Gümrük Birliği Antlaşması ile devam etti. Bu antlaşmada araç olarak IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi uluslararası teşkilatlar kullanıldı. Sürecin ekseninde liberal politikalar ve özelleştirmeler yer alıyordu.

Destek azaltıldı

1978 Tokyo Dünya Ticaret Örgütü toplantısı kararlarının Türkiye’de hayata geçirilmesiyle birlikte, Türkiye’de tarım destekleme alımları daraltıldı. Girdi sübvansiyonları düşürüldü. İthalat liberal politikalarla özendirildi. Çünkü ürünler dışardan daha ucuza alınacaktı. Destekleme alımı yapan kurumlar ve tarım KİT’leri özelleştirildi ya da kapatıldı. Taban fiyat uygulamalarına son verildi. Tarım kredi faizleri yükseltildi.

Baskıları arttırdı

Ama daha önce, Ecevit Hükümeti zamanında, Türkiye’den haşhaş ekim alanlarını daraltmasını isteyen ABD, bu operasyonun sinyalini, uyguladığı siyasi yaptırımlarla veriyordu. Bunda istediği sonucu alamayan ABD, Türkiye üzerinde tarım üretimine yönelik baskılarını daha sonraki yıllarda artırmaya başladı.

Üreticiyi vurdu

Örneğin, elindeki fazla pirinci Türkiye’ye satmak isteyen ABD, kendi çeltik üreticisini korumak amacıyla gümrük vergilerini yükselten Türkiye’yi Dünya Ticaret Örgütü’ne şikayet etti. Dünya Ticaret Örgütü de ABD’yi bu konuda haklı bulunca Türkiye gümrük duvarlarını yükseltemedi ve bu da çeltik üreticisinin aleyhine bir durum olarak ortaya çıktı. ABD, şimdilerde elinde fazla olan pirinci Türkiye’de pazarlayabilmek amacıyla yeni yöntemler arayışını devam ettiriyor.

Turgut Özal başlattı, Tansu Çiller sürdürdü

IMF tarafından dayatılan ekonomik programı 24 Ocak 1980’de kamuoyuna Turgut Özal açıkladı. Türk tarımına büyük darbe vuran programa göre, devletin ekonomideki payı küçüldü, tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırıldı.

Tansu Çiller’in mimarı olduğu Gümrük Birliği Antlaşması ise Türkiye’nin tüm dünya ile ilişkilerini ipotek altına aldı.

Özelleştirmeler çiftçiyi yokluğa mahkum etti

ABD’nin uluslararası strateji planları Türkiye’nin tarım politikalarını ortadan kaldırırken, ABD’nin küresel niyetini anlayan çok uluslu şirketler de Türk tarımı üzerinde istediğini yapmak için harekete geçmekte gecikmedi. Dünya üzerinde tarıma ilişkin bütün kararları çok uluslu şirketlerin güdümünde alan IMF ve Dünya Bankasının direktifleri de, Türk tarımını yok etme planları açısından önemli bir yere sahip. Son yıllarda ulus ötesi şirketlerin etkileri ile IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün dayatmalarına dayanamayan Türk tarımında ciddi sorunlar ortaya çıktı. Tarım üretiminin yapıldığı topraklar bölünerek küçüldü, tarıma yönelik üretim planlaması yapılamadı. ABD’nin güdümünde olan bu kuruluşların aldığı kararlar, özellikle çiftçiyi açlığa ve yokluğa mahkum etti. Türk tarımının silinmesine neden olabilecek özelleştirmelerin de önü ardı kesilmedi. Et Balık Kurumu, üreticiye büyük destek sağlayan Ziraî Donatım, şeker fabrikaları, Toprak Mahsulleri Ofisi, Tarım Satış Kooperatifi gibi kurumlar birer birer özelleştirildi. Çay tekeli, sigara tekeli kaldırıldı. İç piyasa yabancı şirketlere terk edildi. Yine ABD yabancı tekellerin yaptığı baskılar sonucunda Tohum yasası çıkartılarak TARİŞ, FİSKOBİRLİK, Antbirlik, Trakya Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği, Çukobirlik, Marmarabirlik gibi kooperatifler büyük zarar gördü. Tüm bunlar elbette IMF’nin baskıları sonucunda oluyordu.

Cargill kara bir lekedir

Eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, mahkemelerle başı belada olan Cargill’in tesislerini, başına firmanın baretini takarak gezmişti.

Son yıllarda ABD ile tarım üretimi konusunda yaşanan bir diğer sıkıntı da şeker üretiminde görüldü. Nişastalı şeker ürünlerinin pazar payını arttırmak isteyen ABD’nin, şeker pancarı üretiminde önemli bir potansiyeli olan Türkiye’ye yaptığı baskılar hâlâ unutulmadı. Türk kamuoyu tarafından yakından bilinen Cargill olayı ise bunun en yakın ve en canlı örneğiydi. Cargill şirketinin Türkiye ile ilk ilişkileri 1960 yılında başladı.

Danıştay iznini iptal etti

Ülkemizde ilk şubesini 1986 yılında açmış olan Cargill, Bursa’nın Orhangazi İlçesinde 1997 yılında 90 milyon dolarlık bir mısır işleme tesisi kuruldu. DSİ’nin sulama sahası içerisinde inşa edilmiş olan bu tesisin kapladığı alan, ilk iş olarak sulama sahası dışına çıkarıldı. Tesisin bulunduğu saha birinci ve ikinci sınıf tarım arazisi olarak tespit edilmişti. Yani Cargill, tarımda kullanılması gereken tarım toprakları üzerinde Yüksek Planlama Kurulu kararı ile kuruldu. Daha sonra Danıştay tarafından izinleri iptal edilmesine karşın fabrika günümüzde üretimine halen devam ediyor.

İznik Gölü’nü kirletiyor

Tarım toprakları üzerinde kurulu bu fabrika ile ilgili olarak, İznik Gölü’nü atıklarıyla kirlettiği
gerekçesiyle, demokratik kitle örgütleri tarafından açılmış davalar var. Cargill’in fabrika yeri ile ilgili en büyük sorun da işte bu davalar. Bu nedenledir ki, her ABD gezisinde çantasında Türkiye’nin meseleleri ve Cargill dosyasını bulunduran Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Amerika ziyaretlerinin pek çoğunda doğrudan Cargill yetkilileri tarafından karşılanıyordu.

Tarımda adım adım ‘esir’ hale getirildik

25 yıl önce dünyanın kendi kendine yetebilen 7 tarım ülkesinden biri olan Türkiye, ABD ve AB’nin dayatması sonucu bugün dışa bağımlı hale geldi.

Türkiye, çok değil, 25 yıl öncesine kadar tarımda kendine yeterli 7 ülkeden biriydi. Bugün ise tam tersi bir durum söz konusu. Türkiye kendi kendini doyuramıyor. Pazarlarımıza ithal ürünler hâkim. Neredeyse tüm tarım ürünleri dışardan satın alınıyor. 21. yüzyılın Türkiye’si, bugün geldiği noktada Batılı ülkelerin pazar sıkıntısından dolayı artık kendi kendini doyurabilen bir ülke olmaktan çıktı. İthal malların fazlalığı, semt pazarlarında bile kendini göstermeye başlarken, pek çok tarım ürününde yurtdışına ihracat yapan Türkiye, tarım ürünlerini ithal etmeye başladı. Türkiye 1990’lı yıllara kadar dünyanın yedinci büyük pamuk üreticisiydi ve pamuk ihraç ediyordu. Bugün ise pamuk ithal eden ülkeler arasında üçüncü sırada yer alıyor.

İthalatçı ülke olduk

Hayvancılıkta da durum farklı değil. 1980’li yılların ortalarında 80 milyon baş hayvanla dünyada ABD’den sonra ikinci ülke olan Türkiye, bu sektöre yönelik dış kaynaklı operasyonların ardından, üretimini yarı yarıya düşürmüş durumda. İhracat yapan ülke olmaktan çıkıp, hayvan ithal eden ülke konumuna düştük. Türk tarımı, epeydir ABD ile Avrupa Birliği’nin (AB) ablukası altında. Kuşatmayı fiilen IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) yürütüyor. Çok planlı ve programlı senaryonun hedefi Türk tarımını adım adım esir hale getirmek. Bunun sonucunda, Türk çiftçisi üretmeyecek; Türkiye tarım ürünlerini dışardan satın alacak. Kendi kaynaklarını kullanamayacak. Kapılarını yabancı sermayeye açacak. Tam bir açık pazar haline gelecek. Çiftçi yoksullaştıkça kentlere sürülecek.

Tohumculuk öldü

1990’lı yıllarla birlikte Türkiye tarım üretiminin olmazsa olmazı tohumculukta dışa bağımlı olmaya başlamış. Bugün gelinen noktada ise yüzde 85 oranında dışa bağımlı. Çok değil kısa süre önce tarımda özgür olan Türkiye, bugün başka ülkelerin esiri. Özetle ABD ve AB, Türk tarımını zayıf, çaresiz, sürünür halde görmek istiyor. Tarım devi ABD’nin, müşteri ülke gereksinimi, Türkiye’yi bu duruma getiren en önemli sebeplerden biri.
 

Benzer Konular