“Kabadayı’nın Kestiği Yenir mi?”


Kırşehir ve Nevşehir yörelerinde abdalları bilirsiniz.Abdallarının bir çoğu düğün çalgıcılığının yanı sıra, sünnetçilik de yaparlardı.
Köylerimizde eskiden Bektaş Usta ile “Kabadayı” lâkabıyla ün yapmış Hüseyin Garip’e sünnet yaptırmak bir ayrıcalık gibiydi.
Bu ikiliye “işin ehli” derler. Onlar da doğrusu işin hakkını verirlerdi.
Sünnet işlemi bittikten sonra olası bir enfeksiyona karşı kullandıkları antibiyotik içeren merhem ve yara kurutmada kullanılan tozları da göstererek; “Allah’ın izniyle hiçbir şey olmaz.” diyerek, serinlik verirlerdi ana-babalara...
“Kabadayı (Hüseyin Garip) ” sünnetçilikte iyi ün yapmıştı. Ömrünün son zamanlarında yaşadığı anıları mizah yeteneğiyle de birleştirerek anlatır, bir anda Kırşehir’in “İncili Çavuş”u, “Nasreddin Hoca”sı olup çıkardı sanki…
Hâlâ Kırşehir’de “Kabadayı” üzerine neler anlatılmaz ki!
Bir gün “Kabadayı” kara sünnet çantasıyla tam tekmil dolaşırken, akşama misafir ağırlayacak kadının biri elindeki tavuğu kesecek “erkek” aramaya çıkmıştır. Malum Anadolu’da adettendir ki tavuğu erkeklere kestirirler. Tam da o sırada “Kabadayı” önüne çıkar. Etrafına bakınır, başka kimse göremeyince “Kabadayı”ya seslenir:
“Şu tavuğumu kessene amca!”
Kadını gözlemekte olan komşu gelin, tavuğu “Kabadayı”ya kestireceğini anlayınca yarı şaka, yarı ciddi lafa karışır:
“Bırak Allah’ını seversen, şu kara herifin kestiği yenir mi?”
Ne desin “Kabadayı”? O da gelinin kendisine takılmaya çalıştığını anlamıştır. Az düşündükten sonra istifini bozmadan her zamanki hazır cevaplığıyla geline hiç beklemediği bir cevap verir:
“Ne olacak yani kızım... Senin kocayınkini de ben kestim!”