Ve yedi yüz yıl geçti aradan… Ne değişti ki... (Gerçek Bir Hikaye)

Osmanlı’nın başkenti Bursa’da Müslüman bir kişi, eskilerin Yahudilik
Çarşısı denilen bugünkü Arap Şükrü Sokağı’nın girişine bir çeşme
yaptırır.
Çeşmenin başına da bir kitabe yazdırır: “Bu çeşmenin suyu her kula
helâl, Müslümana haram.”
Çeşmeden çok kitabede yazılanlar, kısa sürede yayılır bütün Bursa’ya.
Bursa’nın Müslüman ahalisi hop oturur hop kalkar bu nasıl fitnedir diye…
Ahali, dayanamaz varır kadıya… Kadı, şikâyetler karşısında hayrat
sahibi adamı yaka paça yakalatır; getirtir huzura. Vatandaş memnun.
Mahkeme salonu dolar tıklım tıklım.
Kadı, sorar: “Bu nasıl fitnedir, dini İslam, ahalisi Müslüman olan
koca devlette, sen kalk hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu
Müslümana haram et! Olacak iş midir?
Hayrat sahibi adam, bozmaz istifini; gayet sakin, “Müsaade buyurun”
der. “Sebebi vardır, delili vardır, ispatı vardır.”
Kadı hiddetlenir, “Ne delili, ne ispatı! Her şey apaçık ortada değil
mi? der.
Der demesine de bir yandan da nedenini merak eder. Sorar hayrat
sahibi adama: “Nedir gerekçen, delilin, ispatın, her neyse?”
Hayrat sahibi adam, “Bir Sultan’a söylerim, başkasına diyemem” diye
cevap verince, yine karışır ortalık…
Söz bu ya, kulaktan kulağa ulaşır Sultan’a. Sultan öncesini de bildiği
bu olaydan dolayı zaten bir hayli kızgındır, “Tez elden getirilsin bu
gafil huzuruma!” diye emir verir.
Hayrat sahibi adam yaka paça götürülür Sultan’ın huzuruna.
Sultan; adama hiddetle bakar…
“De bakalım ne diyeceksen bre gafil! Hem çeşme yaptırırsın hayır
işlersin, hem suyunu her kula helâl bir tek Müslüman’a haram edersin.”
Adam, kaldırır başını padişahın gözlerine bakar, “ Sağlam delilim
vardır Sultanım, lakin ispat ister”der.
“Sağlam delil mi? Nedir delilin, neyi ispatlayacaksın? Ya dediğin gibi
sağlam değilse delilin, ya ispatlayamazsan!”
“O zaman vereceğiniz hükme kıldan incedir boynum, Sultanım.”
“Peki, göster delilini, ispatla bakayım!
“Sultan’ım, ispat için sizden arzım olacak, yerine getirilmesini
isterim.”
Sultan, la havle çeker ya yine de:
“Peki, de bakayım!”der.
“Sultanım herhangi bir havradan rasgele bir hahamı sebepsiz tutuklatın.”
Dediği yapılır adamın. Bir anda karışır ortalık… Azınlıklarda bir
telaş, bir öfke ki sormayın. Başta Museviler, “Ne oluyor, o masumdur;
gerekirse kefalet öderiz…” Toplantılar, gösteriler, mektup üstüne
mektup…
Bir hafta sonra hayrat sahibi adam çıkar Sultan’ın huzuruna:
“Sultanım, hahamı artık bırakmak zamanıdır”, der ve haham bırakılır.
Hayrat sahibi adam, Sultan’a: “Aynı tutuklatmayı herhangi bir
kiliseden bir papaz için yaptırınız, Sultanım” der.
Padişah, yine lahavle çeker ya. Ancak sonucu o da merak etmektedir.
“Peki” der. Aynı işlem, aynı usulle bugünkü Karaağaç Mahallesi’nde
bulunan bir kilisenin papazı için de uygulanır. Papaz tutuklanarak
atılır zindana. Tepkiler had safhada. Yine galeyana gelir Bursa’daki
azınlıklar. Bizans elçisi bile devreye girer… Dolunca haftası o da
serbest bırakılır. Mutluluk ve sevinç gösterileri bir kat daha artar…


Padişah, çağırır hayrat sahibi zatı huzuruna: “Tamam mı?” der.
Adam:“Sultanım son bir arzım var; sonra hüküm zamanıdır!”
Padişah, “Peki şimdi nedir isteğin?”der.
“Sevilen, sözü en çok dinlenilen, itimat edilen bir İslam alimini
alınız minberinden aynı şekilde.”
Dediği yapılır adamın. Ulucami’nin imamı, vaazının ortasında alınır
sorgusuz sualsiz… Yaka paça götürülür, atılır zindana…

Bir Allah’ın kulu çıkıp da tek bir kelam etmez. “Ne oluyor, ne
yapıyorsunuz hiç olmasa vaazı bitene kadar bekleyeydiniz,” demez.
Peşinden giden de olmaz, arayan, soran da…

Ulucami’nin bu alim, sözü sohbeti dinlenir imamın yerine sıradan bir
imam atanır. Halk halinden memnun… Memnun olmakla kalsa iyi alim
imamın ardından başlar bir dedikodu: “Biz de onu adam gibi adam
bellemiştik, hoca bellemiştik. Kim bilir ne haltlar karıştırdı da
tutuklandı…”

Sultan, seyreder, şaşkınlık ve üzüntü ile bütün bu olup biteni…
Hayrat sahibi adam, gelir huzura: “Ey büyük Sultanım! İrade buyurunuz
lütfen! Böylesi Müslümanlara su helal edilir mi?
Sultan suskun, çağırır zindana attırdığı alim imamı helalleşmek için.

Ve yedi yüz yıl geçti aradan… Ne değişti ki?

İsmail ÖZTAT
 

Benzer Konular