Hayvancılık sektörü keskin viraja girdi
Tarım konuşurken
hayvansal ve
bitkisel üretim ayrı düşünülemez.
Sonuçta, her iki üretim alanı birbirini dengeleyen, tamamlayan bir döngü içerisinde yer alıyor.
Ama bizler bu iki alanı zamanla ayrıştırarak hem dengeyi hem de döngüyü bozmuş durumdayız.
O yüzden bugünlerde hayvancılıkla uğraşanlar deyim yerindeyse
ayakta kalma mücadelesi veriyor.
Büyükbaş, küçükbaş veya kanatlı sektörü…
Et, süt veya yumurta üretimi…
Fark etmiyor...
An itibariyle neredeyse hepsinin
sorunu aynı, kaderi ortak.
İthal girdilere dayalı bir tarımsal üretim modelinin ne kadar kırılgan olduğunu,
riskler barındığını ve sektörü çıkmaza sürüklediğini yıllardır her fırsatta dile getiriyoruz.
Üreticilerin ana hammadde ve girdileri
dolar ve euro ile temin edilip, üretilen ürünler
TL bazında satılıyorsa bunun tercümesi
taşıma su ile değirmen döndürmektir.
İhracat tarafında yaşanan “
tek pazara bağımlılık” ya da “
az sayıda pazara yoğunlaşarak pazarı çeşitlendirmeme” sorunu da böyle dönemlerde işin tuzu biberi oluyor.
Hayvancılık sektörünün ana gündemi
girdi maliyetlerindeki yüksek seyir.
Yem ise en öne çıkan kalem…
Genel itibariyle süt üreticisine de sorsanız, et üreticisinin kapısını da çalsanız ya da yumurta üreticisine de kulak verseniz söyledikleri şey aynı olacaktır.
Yem fiyatları son 1 yılda neredeyse yüzde 100 seviyesinde arttı.
Ama aynı dönemde hayvancılık yapanların ürettikleri ürünlerin satış fiyatları bu oranlarda artmadı.
Peki böyle bir ortamda bu iş nasıl sürdürülür?
Bu maliyetlerin
altından nasıl kalkılır?
An itibariyle yukarıda saydığım tüm alanlarda maalesef üreticiler bu maliyetlerin altından kalkamıyor.
Altında kalıyor...
O yüzden
anaç hayvanlar kesime gidiyor.
O yüzden
işletmeler kapanıyor ya da el değiştiriyor.
O yüzden
işletme kapasiteleri düşüyor.
Sonuç itibariyle bugün
talepte yaşanan sorunlar kaynak gösterilirken, yarın
arz tarafında sıkıntılara yol açacak riskler beliriyor ve krize doğru sürükleniyor.
Herkes durumunda farkında…
Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, son yaptığı açıklamada
arpa ve mısırda yaşanan fiyat artışları ve spekülatif amaçlı stoklama faaliyetlerinin
besici ve yetiştiricileri olumsuz etkilediğini kabul ediyor.
“Yem piyasalarındaki olağanüstü artışlara müdahale ediyoruz” diyerek "TMO üzerinden yem regülasyonu çalışmalarını başlatıyoruz" mesajı veriyor.
Bu arada TMO’nun hayvancılık sektörüne
yem tahsisleri oluyor. Ama sektörün toplam ihtiyacının ancak üçte biri karşılanabiliyor.
Bakanlık yetkilileri, üreticiler ve sanayicilerle görüşüyor. Toplantı üzerine toplantılar yapılıyor. Birlik başkanları ve sektör temsilcileriyle telefonlaşılıyor, görüntülü online görüşmeler yapılıyor.
Ama geldiğimiz noktada sıkıntı
arz tarafında olunca
sözlü yönlendirme, müdahale mesajları ya da
sınırlı tahsislerin etkisi de sınırlı kalıyor.
Palyatif çözümler pek işe yaramıyor.
ARZ-STOK YÖNETİMİ
Arz tarafındaki açık ve stoklardaki yetersizlik, sektörü hem spekülatif hem de manipülatif hareketlere daha açık hale getiriyor.
Geçtiğimiz yıllarda hem arz tarafındaki sıkıntı hem de iç piyasadaki yüksek fiyat seyrine karşı eldeki en kolay(!) ve etkili(!) enstrüman
ithalat sopası ve
gümrük vergilerinin indirilme/sıfırlanma hamlesi idi.
“İdi” diyoruz çünkü her ne kadar bu yöntemlere yine yakın zaman içinde başvurulacak olsa da piyasadaki etkisi maalesef eskisi gibi olmayacak. Olduğu zaman da bunun faturası çok daha yüksek olacak. Bu yüksek fatura hazineye zarar olarak yazılacak ve günün sonunda bu fatura aslında hepimizin cebinden çıkacak.
O yüzden an itibariyle konuştuğumuz, tartıştığımız mevzular aslında sonuca varmaktan uzak,
kısır döngüden ibaret.
Bugün hayvancılık sektörünün gündeminde girdi maliyetleri dışında ne var?
Karkas et,
çiğ süt ve
yumurta tarafında üretici fiyatlarının ne olacağı ya da olması gerektiği tartışılıyor değil mi?
Bugün üretici istediği fiyatı alsa dahi mevcut üretim modeli sürdüğü ve kur riski kucağımızda olduğu müddetçe önümüzdeki aylarda yeniden kısır döngü ile fiyatların ne olması gerektiğini hep konuşuyor olacağız.
Dolayısıyla bizim sonuçlardan öte nedenlere odaklanma zamanımız geldi de geçiyor bile.
Bizi bugün üretici fiyatlarının ne olması gerektiğini tartıştıran temel gerekçe ne?
Üretim maliyetleri değil mi?
Üretim maliyetlerini düşürmek, en azından denge sağlayabilmek adına hangi politika ortaya konuldu?
Sürdürülebilirlik adına üretim modelinde değişikliğe gitmek, verimlilik ve kaliteyi artırmak noktasında bir dönüşüm üzerine kafa yorduk mu?
En basit ifadeyle hayvancılık sektörünün büyüme hızı ve talebine karşılık gelen bir bitkisel üretim politikasını ortaya koyabildik mi?
Hem kaba hem de kesif yem tarafında hammadde yeterlilik oranlarını artırabildik mi?
Daha spesifik bir soru…
Türkiye’nin ihtiyacı olan soya fasulyesinin neredeyse yüzde 95’i ithal. İyi bir münavebe bitkisi ve mısırın yetiştiği hemen her iklimde rahatlıkla yetişebilen soya, fiyat istikrarsızlığı sebebiyle çiftçi tarafından çok rağbet edilmiyor. Önemli bir bitkisel yağ ve en önemli yem hammaddelerinin başında gelen soyanın ekim alanlarını genişletmek, çiftçiye alım ve fiyat garantisi vermek amacıyla TMO’nun alım kampanyasına dahil edilmesi söz konusu olamaz mı?
Ya da soya ile ilgili böyle bir adım atılamıyorsa yüzde 95 oranındaki ithal girdi bağımlılığını azaltmak adına alternatif yem ürünleri üzerinde neden yıllardır yol kat edilemiyor?
Küçükbaş ve büyükbaş hayvancılık açısından
mera, çayır ve otlakların rehabilitasyonu ve adil kullanımı ile hayvanların yararlanma oranlarını artırmak adına bugüne kadar ne yaptık?
Daha sorulacak çok soru var…
AMA, FAKAT, LAKİN...
Dolayısıyla kimse, “Ama bu sezon kuraklık var… Fakat pandemi etkisi vs…” tarzında gerekçeler ortaya koyamaz.
İklim şartlarının gayet olumlu seyrettiği, pandeminin ortalıkta olmadığı dönemlerde de benzer sorunlara dönem dönem şahit olundu.
“
Pandemi ve kuraklık bu dönemde işin tuzu biberi oldu” demek daha doğru olur.
Aksi takdirde “iklim değişikliği” ve “pandemi”yi tek gerekçe olarak göstermek
kolaycılık ve
başımızı kuma gömmekten başka bir şey değildir.
Özetle, hayvancılık sektörü yeniden virajda.
Ama unutmayalım…
Her geçen gün dönülen virajlar biraz daha keskinleşiyor ve o virajlara gün geçtikçe daha hızlı şekilde giriyoruz.
NOT: Tam bu yazıya nokta koyarken USK’nın çiğ süt referans fiyatı açıklandı. Gıda Komitesi tarafından Temmuz-Aralık 2021 dönemi için çiğ süt referans fiyatı litre başına 3.20 TL olarak belirlendi ve 30 kuruş olan prim desteği 20 kuruşa düşürüldü. Böylece son 6 ayda yem fiyatları ortalama yüzde 35 zamlanırken, çiğ süt fiyatı prim desteği dahil yüzde 9,6 artırıldı. Halbuki çiğ süt üreticisinin artan maliyetler karşısında beklentisi en az prim dahil 4 TL seviyesindeydi.
İrfan Donat
Bloomberg HT Tarım Editörü
16 Haziran 2021
Tarım konuşurken hayvansal ve bitkisel üretim ayrı düşünülemez. Sonuçta, her iki üretim alanı birbirini dengeleyen, tamamlayan bir döngü içerisinde yer alıyor. Ama bizler bu iki alanı zamanla ayrıştırarak hem dengeyi hem de döngüyü bozmuş...
m.bloomberght.com