Bir önceki yazımızda tarımın
2020 yılına dair fotoğrafını çekmiş ve
karnesini yazmıştık. Henüz okumayanlar için linki yazının sonunda paylaştık.
Bugün de
tarım ve gıda sektörü açısından 2021 yılı genelinde öne çıkabilecek başlıca konuları,
risk ve fırsatlar penceresinden ele alalım istedik.
Oldukça
zor ve öngörülemez bir 2020’den bize yine benzer koşullar miras kalmış gibi gözüküyor.
Tarımsal üretimden pazarlamaya kadar o kadar çok bilinmezlik var ki kronik sorunların gölgesinde sürprizlerle(!) dolu bir yıl daha bizi bekliyor dersek yanlış olmaz.
Ne demek istediğimizi kısa başlıklar halinde açalım biraz…
ÜRETİMDE İKLİM BASKISI
Bu yıl da
girdi maliyetlerinin seyri ile iklim değişikliğinin yarattığı baskı, tarımsal üretimin her safhasında direkt etkisini gösterecek gibi duruyor.
Küresel iklim değişikliğine dair risklerin arttığı bir ortamda başta
kuraklık ile birlikte don riski de kenarda bekliyor.
Bazı ürünlerde iklim bazlı olası rekolte/verim kayıplarının yaşanması beklenirken,
tahıllar, yağlı tohumlar ve yem fiyatlarındaki dalgalı seyrin devam edebileceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Zira iklimin yanı sıra pandemi döneminde
değişen küresel ticaret dengeleri, artan
stokçuluk refleksi ve
gümrük vergilerindeki değişim ile hali hazırda yaşadığımız
kur baskısı bu süreci
çok bilinmeyenli denklem haline getiriyor.
Dolayısıyla
özellikle Nisan 2021’e kadarki süreç çok daha kritik gözüküyor.
Gıda fiyatları hem pandeminin artçı etkileri hem de iklim baskısıyla dalgalı seyredecek ve enflasyon üzerinde baskı yaratmaya devam edecek.
Sadece Türkiye özelinde değil küresel manada da gıda fiyatları bir süre daha gündemde kalacak.
Özellikle Türkiye gibi ülkelerde kuraklık riski gıda enflasyonunu tetikleyen bir faktör olarak öne çıkıyor. Bunu daha önce 2007-2008 dönemi ve 2013-2014 yıllarında test etmiştik. Hatırlayacağınız üzere bir de
Mart 2014’te Türkiye’nin neredeyse her bölgesinde yaşanan
don hadisesi gıda enflasyonun tuzu biberi olmuştu.
O yüzden 2021 yılına iklimsel bazda kuraklık riskiyle girsek de özellikle
Nisan’a kadar ilkbahar geç donları başta olmak üzere diğer iklimsel tehditler de bir kenarda bekliyor olacak.
Söz konusu risklerin gerçekleşmesi durumunda
tarımda büyüme bir yana, daralma senaryoları da uzak değil.
İTHAL GİRDİ, KUR HASSASİYETİ VE KÜRESEL TİCARET DENGELERİ
Kurdaki dalgalı seyir ve ithalata olan bağımlılık tarımsal üretim maliyetleri üzerinde baskı yaratmaya devam edecek.
2021’de güçlü dolar trendi
alım gücü zayıf ülkelerin gıda ithalatını ya sekteye uğratacak ya da çok daha maliyetli bir hale getirecek.
Pandemiden çıkarılan dersler neticesinde “
kendi kendine yeterlilik” ve “
gıda güvencesi” konuları ülkelerin tarımsal politikalarında çok daha öncelikli hale gelecek.
Bu yüzden ülkelerin
korumacı politikalarının artması bekleniyor. Bunu zaten 2020 yılında
ihracatçı ülkelerin gümrük vergilerini artırması,
ithalatçı ülkelerin de düşürmesi sonucu yaşadık.
Tarım emtiasında söz konusu
korumacı fiyat politikalarının ve hamlelerin devam etmesi yüksek bir olasılık. Bu da küresel tarım ve gıda ticaretinde
arz-talep dengesini ve
ürün fiyatlarını ister istemez etkileyecek.
Geçen yılın başlarında
kuru soğan ve patates, sonraki aylarda ise
limon için alınan
ön ihracat izni kararına benzer kısıtlamaları bu yıl yine görebiliriz. İç piyasada fiyatı aşırı artan ürünler olursa ihracat kısıtlaması gelebilir.
Gıda enflasyonunda zam şampiyonu olan bazı ürünlerle ilgili olarak Ankara’da hali hazırda bu senaryoların konuşulduğunu biliyoruz, duyuyoruz.
Öte yandan bazı ürünlerin ithalatına dair gümrük vergisi düzenlemeleri 2021’de de gündemde olacak.
TMO-TÜRKŞEKER DENKLEMİ
Görünen köy kılavuz istemez…
Tarımsal üretim planlamasına dair sıkıntılar hala aşılamadığı için bazı kritik ürünlere
alım garantisi verilebileceğini söylemek mümkün.
Türkşeker’in de etkisiyle
sözleşmeli üretim modelini daha sık ve yaygın şekilde konuşacağız.
Daha önceki yıllardan edinilen tecrübeler ve 2020’de yaşanan sıkıntılardan yola çıkarak 2021 yılında, kamu otoriteleri açısından arz-talep-fiyat dengesini sağlamak noktasında
stoklama ve piyasa takibi daha stratejik hale gelecek.
Zira,
Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) başta olmak üzere regülatör misyonu olan kurumların müdahale alım fiyatlarının belirlenmesinde
sadece iç dengelere odaklanarak bir hesap yapmak yerine
küresel piyasalardaki gelişmeler ve uluslararası ticaret dengelerini de hesaba katması gerektiği aşikar.
2020 buğday hasadı sonrası
yerli ürünlerle doldurulamayan lisanslı depolar çok daha pahalıya mal olacak şekilde ithal ürünlerle doldurulmak zorunda kalmıştı.
Dolayısıyla
stoklama noktasında benzer bir strateji hatasına karşı 2020’de yaşananlar tam bir ders niteliğinde.
Öte yandan tarım emtiasında küresel manada yaşanan gelişmelerin de etkisiyle bundan sonraki dönemde
lisanslı depoculuk,
ürün ihtisas Borsası ve
elektronik ürün senedi gibi kavramları daha sık duyacağız ve önemini daha net anlayacağız.
Ancak bu noktada da 2021 yılına dair oldukça fazla ev ödevleri var. Zira kapasite artırımına yönelik yatırımların aralıksız sürmesinin yanı sıra çiftçileri de kapsayacak şekilde
sistemin sağlıklı işleyebilmesi ve
piyasadaki “oligopol” algısının kırılarak söz konusu enstrümanların
daha yaygın kullanılabilmesi ve
güven yaratılması adına daha yapılacak çok iş var gibi gözüküyor.
YUMURTALARI AYNI SEPETE KOYACAK MIYIZ?
Pazar çeşitliliğindeki zayıflığımız risk olarak kenarda duruyor.
Rusya’nın domates kotasına dair aldığı dönemsel kararlar, Türkiye’nin ihraç ettiği bazı ürünlere yönelik olası ithalat kısıtlamaları hem içerideki üretici hem de ihracatçı açısından risk yaratıyor.
Bu sorun sadece Rusya ya da
Irak gibi pazarlarla sınırlı değil. Türkiye’nin tarım ve gıda ihracatında pazarını daha fazla çeşitlendirmesi elzem. Özellikle olası jeopolitik riskler ve korumacılık duvarlarının yükselmesi, küresel ticaretin dengelerini önümüzdeki dönemde de sıkça değiştirecek gibi gözüküyor.
Alternatif pazarlara yönelmek ve katma değerli üretim yoluyla riskleri hedge etmek zorundayız. Başka bir deyişle artık
bütün yumurtaları aynı sepete koyma dönemi çok daha tehlikeli bir hal alıyor.
BREXIT VE TÜRKİYE
Öte yandan Brexit süreciyle birlikte bu hafta içinde
Türkiye-İngiltere arasında imzalanması beklenen
serbest ticaret anlaşması da kritik önemde. Ankara ile Londra arasındaki anlaşma, mevcut ticaret koşullarının devamını mı sağlayacak yoksa yeni dengeler mi gözetilecek?
Hep birlikte göreceğiz…
Yeni dönemde ikili anlaşmalar tarımsal ticaretin seyrinde belirleyici rol oynayacak.
Zira, 2020 sonunda
Çin’in başını çektiği 15 Asya-Pasifik ülkesi bölgesel kapsamlı ekonomik ortaklık anlaşmasına (RCEP) imza attı ki bu dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması niteliğinde.
RCEP anlaşmasının dışında kalan ABD ve diğer ülkeler 2021 ve sonrasına dair bölgesel bazda yeni ikili anlaşmalara yönelebilir.
TARIM VE GIDA SEKTÖRÜNÜN FİNANSAL PERFORMANSI
Maliyetlerdeki artışlar en büyük risk olarak kenarda duruyor. Çiftçi borçlarında yapılandırma gibi adımlar zamanında atılmazsa takibe düşen kredi oranlarında yeniden artışlar görebiliriz.
Hizmet sektöründeki mevcut durum ise ortada… Yeme-içme sektöründeki belirsizlikler tarladan sofraya kadar
değer zincirinin tüm halkalarını olumsuz etkiliyor. Şirket bazında
konkordato riskleri hala geçmiş değil.
Pandemi sürecinde birçok sektörün aksine
destek ve teşvik paketlerinden yararlanamayan tarım sektörünün finansal yapısı 2021’de de kırılgan olacak gibi duruyor. Sektöre kulak vermek ve beklentileri karşılayabilmek, üreticiden tüketiciye uzanan
sistemdeki işleyişin sürdürülebilirliğini sağlamak açısından önemli rol oynayacak.
FAO 2021'İ MEYVE VE SEBZE YILI İLAN ETTİ
2021 yılı fırsatları açısından net olarak biliyoruz ki tüketicinin sağlıklı gıdaya erişim talebi artmaya devam edecek.
Tüketici bilincinin yükselmesiyle birlikte özellikle
taze meyve ve sebze ile
organik gıdalara talep artışı sürecek.
Özellikle pandemi sürecinde
bağışıklık sistemini güçlendirdiği bilinen ve bilimsel bulgular çerçevesinde tavsiye edilen ürünler bundan sonraki süreçte de ilgi görecek.
Zaten Birleşmiş Milletler (BM)
Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) 2021 yılını ‘
uluslararası meyve ve sebze yılı’ ilan etti.
Sağlıklı beslenme trendleri doğrultusunda
tüketici alışkanlıklardaki değişim ve talep, kırsaldaki üretime de şekil verecek.
Birçok yazımızda tarımda riskler olduğu kadar daha pek çok fırsatın bulunduğunu da dile getiriyoruz.
Türkiye’nin tarım ve gıda alanında sahip olduğu potansiyel çok fazla ve bu da önemli fırsatları beraberinde getiriyor.
Ancak yukarıda kısmen değindiğimiz sorunlar ve belirsizlikler ortadan kaldırılmadığı ya da minimize edilmediği sürece mevcut potansiyeli fırsata çevirme şansımız pek olmuyor.
Riskleri yönetemediğiniz zaman karşınıza kriz olarak çıkıyor. Krizle uğraşmaktan da fırsatları görmeye ve değerlendirmeye ne zamanınız kalıyor ne de enerjiniz.
Özetle, yıllardır birikmiş ev ödevleri yapılır ve sektörün kronikleşmiş yapısal sorunlarının çözümü noktasında
somut ve gerçekçi adımlar atılırsa tarımın geleceği parlak.
O parlak gelecek için planlı ve öngörülebilir politikalara ihtiyaç var.
Aksi takdirde
mevcut süreç, sektörü her geçen gün
daha riskli ve sürdürülemez bir yöne doğru itiyor.
2020’nin çiftçilerimiz ve tüm sektör paydaşları adına bereketli geçmesi dileğiyle…
İrfan Donat
Bloomberg HT Tarım Editörü